Şu an CHP Genel Başkanı olan Özgür Özel’in Manisa, aynı CHP’nin yeni Ardahan İl Başkanı Yunus Dündar’ın Ardahan İl Temsilcisi iken Türkiye Eczacılar Birliğine yapılan operasyonlar yani Balyoz, Gezi, önemli bir kesim tarafından ‘Cumhuriyet tarihinin en geniş çaplı ve en büyük yolsuzluk operasyonu denen 17-25 Aralık operasyonları ve ardından yaşananlar, kayyumlar, KCK ve çokluğundan olacak ki artık adlarını unutup, sıralamakta zorlandığımız kiminin gerçek, kimin algı dediği operasyonların yanında gözaltılar, tutuklamaların yaşandığı, yaşanmaya devam ettiği ülkede hala tükenmeyen umudumuzla birlikte bu yaşananlardan bizim ne kadar suçlu olduğumuzu da konuşmak gerekmez mi?
Bilmem ama son olarak yarısından çoğunun cumhuriyetçi denen 86 milyonluk ülke de günlük 10 bin satamayan Cumhuriyet Gazetesine ardından belediyelere yapılan operasyonla hop oturup, hop kalkan bizlerin bugünlere nasıl geldiğine bakmadan önce hayatı boyunca muhafazakâr kişiliği ile tanıdığımız, bildiğimiz AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı, ‘tek adam’ , ‘diktatör’lükle suçlanması ne kadar doğru ve de özellikle solcu kesim için ne kadar etiktir?
Çünkü Erdoğan’ı tek adam, diktatörlükle suçlayanların AK Parti Genel Başkanı da olan Erdoğan’ın bize pardon ‘solcuyum, sosyalistim’ diyen bizlere benzemesini bekliyor, hatta üzüm suyu ile ballandırılmış olan masada şarap yada rakı içip, yalandan alıp, okumadığımız bir Cumhuriyet yada kapatılan Özgür Gündem gazetelerini ‘kahrolsun’ dediğimiz Amerikan parkalı koltuğunun altına almasını bekliyoruz..
Evet bu ülkenin kuruluşundan bu yana başta sol orijinli olduğunu ileri sürüp, bir taraftan dinin insanları uyutan afyon olduğunu ileri sürüp, diğer taraftan da havaalanlarında çektiğimiz selfielerle anasını, babasını hatta kendisini umreye, haca gönderip, kendisine cennetin kapısı açtıran bizlerin kaçının evinde İmam Hatipli okuyanı yok ki..
Devlet işleri ile karıştırılamaması gerektiğini belirtip, sonra da solcu, sosyalist diye aktif siyaset yaparken cuma namazlarını kaçırmayan, Özer ve onca belediye başkanı gibi şu an tutuklu bulunan İmamoğlu gibi ‘ben daha iyi Kur’an okuyorum’ diyerek kameralar önünde uzun duaları okuyup, amin çeken sol kültürünün yarattığı sendikalar da nice sarı sendika ağaları çıkarken hangimiz kalkıp, sendikacılık, stk, bu değil diyebildik..
Sol diye bugün ki HDP’yi pardon aralarına helwacıların sızdığını iddia ettiğim ve ‘Hemen serbest bırakılmalı’ diye iç, dış hukukça hüküm verilen ama onca siyasi, aydın, gazeteci ve iktidara muhalefet yapanların doldurup, taşırdığı hapislerden birinde 9 yıldır tutulan Demirtaş’ın adını ağzına almaktan kaçan hatta unutturmaya çalışan DEM’in dün kendisine etmediğini bırakmayanlarla demlenmesini eleştirmediğimiz, ‘terörist’ değil, ‘hain’ olarak ilan edileceğimizden eleştiremediğimiz gibi hangimiz ısrarla yapılan onca yanlışa karşın aynı partiye oy verirken ayranımız ekşidir dedik mi?
Önce ‘Kaçak Saray’ deyip, sonra da koşa koşa gittiğimiz yetmedi aynı mitinge çıkıp, dün yerden yere vurduğumuzu Yenikapı’da kurtarıcı diye gördüğümüz, bugün yan yana fotoğraflar çekip, ellerimiz hazır ol da durmuş bir çocuk gibi suratına bön bön hayranlıkla baktığımız Erdoğan mı suçlu yoksa biz sözde cumhuriyetçiler, sosyalistler, solcuların mı günahı var?!
O günahları da başta Umay Umay’ın, ‘Orospu Kırmızı’ kitabına, benim ‘Orospu Kırmızı’ yazılarıma konu olanlar ve siz sevgili solcu, sosyalist sayın melekler kendinizi de ayırmadan tek tek sayın.. Çünkü bugün yaşananlardan kırmızılara Alman aşısı değil, Ardahan aşısı vuran sadece ben günahkarmışım gibi bana da bön bön baktığınızı his eder gibiyim..
Ve siz günahları, günahkarları sayarken bende tüm sıkıntılarına karşın tatillerini en iyi şekilde geçirme çabası içinde ki insanlara uymakta zorlandığım İstanbul metropollünde ki günlerimin boş anlarında bir çoğumuzun Rizeli’den çok İstanbul Kasımpaşalı dediği Erdoğan’ı olduğu gibi bir çoğumuzun hala gezip, görüp tanıyamadığını, düşündüğüm ve ‘Fetret Devri daha yaşamasını istemiyoruz’ denen her an yeni bir kayyumun atanması muhtemel İstanbul’u tanımak için çıktığım yoluma inşaatı yapılırken sıkça tartışılan Marmaray maceramı da anlatıp, Adalet olmadığı söylenen Adalet Sarayından biri olan İstanbul Anadolu Adliyesine gidip, hakkımda açılan iki davaya itirazda bulunmak için yazımı bitirivereyim..
Gerçi Cağaloğlu’n da 5 yıl gazetecilik yapmama karşın doyasıya gezemediğim ve Has Odasına ve Kutsal Emanetler Dairesine Kırmızı giyimli, Mini Etekli, Askılı ve Straples Bluz veya Elbise ile girilmesine izin verilmeyen Topkapı Sarayının her köşesini görmek için çıkmıştım yola..
Ama yanımda ki yeğenim Pınar’ın bir çoğumuzun tomarca paralar verip, cebinde değil, elinde taşıyıp ve doğru dürüst özelliklerini bilmediği son model cep telefonunun nagivasyonunu açana kadar yolu şaşırmış, tesadüfte olsa sanki biri ‘Sen daha önce gördüğün saray’a değil, buraya gelmelisin’ dercesine Marmaray’ın Yenikapı tarafında ki çıkışının önüne getirmişti..
‘Olsun’ diyerek, girdiğimiz halen tartışılan Marmaray’da çıkarken, doğa katili biz insanoğlunun Müsilajla sıvadığı Marmara denizinin tümü ağzıma dolmuşcasına hayranlıkla açıkta kaldı desem inanın..
Çünkü olağanüstü bir projenin başarıyla bitirildiğine bizzat şahit olmuş, denizin altında 6 dakika kaldıktan sonra Atı alanın geçtiği ama benim Kız kulesine baka kaldığım Üsküdar’da denizin üstüne çıkmıştım